Şile Avcıkoru Köyü'nün 12 yıllık muhtar ablası


Şile'ye bağlı Avcıkoru köyünde 12 senedir muhtarlık yapan Şafak Karakeskin, köyde hem muhtarlık hem de ablalık yapıyor
Avcıkoru. Şile köyleri arasında İstanbul'a en yakın olanı. O kadar yakın ki İstanbul'un keşmekeşinden bir anda sıyrılıp, kendimizi köy kahvehanesinde bulduğumuzda üzerimizdeki şaşkınlığı atmamız çok uzun sürdü. Bu köyü bizim için alelade bir köy olmaktan çıkaran asıl şey ise köyün muhtarı Şafak Karakeskin'di. Şile'de bulunan 2 kadın muhtardan biri Karakeskin. Yaşına rağmen gayet dinç bir duruşu, heyecanlı bir konuşması var. Evinin önünden kahvehaneye kadar inen yokuşu ağır ağır yürürken gördük ilk kez Muhtarı. Üzerinde yöresel kıyafetler, elinde çok da ihtiyacının olmadığı bir bastonla geliyordu. İnce uzun yüzü, kendinden emin nükteli bir konuşması var Karakeskin'in. Kendisine zahmet etmemesi için yaptığımız bütün konuşmalar beyhude bir çabaya dönüşmüş, bizi dinlemeyerek yemek hazırlamış köy misafirhanesine getirmişti.
Köylüler ile birlikte yemek yerken Şafak Muhtar, bir yandan bize köyü anlatıyor, bir yandan da köylülerin sorunlarını dinliyordu. 73 yaşına girmiş bir insana göre inanılmaz bir enerjisi vardı. Onun yaşıtları evlerinde torunları ile televizyon seyrederken, o, köylülerin sorunlarını dinliyor, muhtarlar toplantılarına katılıyor, köye yapılmasını istediği bir çalışma için gerekirse yetkililerin peşinden koşuyor, köydeki insanlara ablalık yapıyor... Bütün bunları hiç yerinmeden yapıyor hem de. Köy sakinlerinin konuşmaları sırasında ona sürekli “abla” diye hitap etmeleri, muhtarlığın onun yaptığı ablalık yanında biraz da ikinci planda kaldığını gösteriyor aslında. Resmi bir statü olarak muhtarlık, bir gönül statüsü olarak ablalığın yanında çok sönük kalıyor yani.
73 yaşında bir kadın muhtar
Avcıkoru’da 12 yıldır muhtarlık yapıyor Şafak Karakeskin. Kendisinden önce 20 sene babası, 20 sene de kardeşi muhtarlık yapmış bu köyde. Ailede bir gelenek olmuş muhtarlık. Kendisi de İstanbul’da ikamet etmekteyken köye geri dönmüş. Köylüler ona “Bu hanedanlık devam etsin gel sen muhtar ol” demişler. O da kabul etmiş ve rakipsiz girdiği seçimlerin ardından muhtar olmuş. Muhtar olmadan önce de köyün bütün ihtiyaçlarını karşılarmış Şafak Muhtar, köyde yaşlı kim varsa haftada bir gün hepsini tek tek dolaşır tansiyonlarını ölçer ne ihtiyaçları varsa karşılarmış.
Avcıkoru’da nüfusa kayıtlı 300 kişi bulunuyor. Köydeki çoğu insan birbirinin ya tanıdığı ya akrabası. Kafkas göçmeni olduklarını söylüyor Şafak Muhtar. Rus mezalimi yüzünden vatanlarını terkedip İstanbul’un köylerine yerleşmişler. Önce Ahmetli köyünü kendilerine gösterilmiş. Ancak orayı beğenmeyip bu köye gelmiş ataları. Kafkas olmalarından gelen bazı özellikleri halen devam ettirdiklerini anlatıyor Karakeskin, “Biz de kahvehane kültürü biraz değişiktir. Öyle sadece erkekler için değildir kahvehane. Biz de geliriz kahvehanede sohbet eder gideriz diyor. Zaten bu kahvehanenin de diğer kahvehanelere benzer hiçbir yanı yok. Her şey tamamen muntazam, sigara kokusuz ve hiçbir kağıt oyunu oynanmıyor. 
Ne istersem onu yapıyorlar
Şafak Muhtar’ı diğer muhtarlardan ayıran önemli özelliklerden biri de yetkili insanlarla kurduğu bire bir diyaloğu. Herkes isteyeceği şeyi belediye başkanından ister, ben ise birebir yol bakım şefinden isteyebiliyorum. Kardeşim ben şunu-şunu istiyorum diyorum onlar da hemen yardımcı olurlar. Mesela Avcıkoru’da bir iş olduğu zaman, bütün işçiler biz gidelim diyormuş. Abla sen bunlara ne yapıyorsun, bu işçiler hep sana gelmek istiyor diyorlar. Onlarla yakından ilgileniyorum, başka da yaptığım bir şey yok” diyor.
Şafak Muhtar’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile de özel bir diyaloğu varmış.  Şile’de bir köyü ziyarete gelen Topbaş’a “Başkanım hep bu dere köylerine geliyorsunuz. Gel de bizim köylere yaptığın eserleri gör. Ben de nasıl muhafaza etmişim onu da gör” dediğini anlatan Karakeskin, İstanbul Fatih’teki başkanlık binasına da sık sık geldiğini anlatıyor.
“Köyde kurbağa sesine hasret kalmıştık”
Yer yer tarihi dokusunu korumayı başarabilen Avcıkoru’da çok güzel ahşap evler bulunuyor. Köyde hayvancılık ise neredeyse yok denecek kadar az. Köyün tamamı İstanbul’da çalışıp emekli olduktan sonra köye dönen insanlardan oluşuyor.
Bu insanlar köye döndükten sonra İstanbul’un yorgunluğunu atmak için olsa gerek, köy işleri ile pek fazla ilgilenmek istememişler. Köyün en garibanı ise deresi. Heybetli akmasına alıştığımız o derelere hiç benzemiyor bu dere. Sanki her an kesilecek gibi son derece cansız ve isteksiz akıyor. Bunun sebebini sorduğumuz köy sakinlerinden Erol Pehlivan, köyün üst tarafında kurulan maden ocaklarının buna sebebiyet verdiğini anlatıyor. “40 sene önce o kadar heybetli akardı ki bizi derenin kenarına yollamaya korkarlardı” diyen Pehlivan, maden ocaklarındaki kimyasal atıklar nedeniyle suyun yüzeyde kuruduğunu ancak derinlerden aktığını söylüyor.
Pehlivan bu durum üzerine çevreci gruplarla bir olarak derenin tekrar ihyası için mücadele vermiş. Gazetecileri de çağırmış köye, devlet görevlilerini de. Verdiği çetin mücadelenin sonunda ise dere yavaş yavaş eski günlerine dönüyormuş. “Biz kurbağa sesine hasret kalmıştık. Çamurdan, bataklıktan kurbağalar bile yaşayamaz olmuştu. Şimdi çok şükür seslerini duyabiliyoruz en azından” diyor.
Paylaşki Değeri Artsın :
Print PDF

Yükleniyor...

Son Yazılar

Köşe Yazarları

Popüler

Dış Kaynaklar

 
Support : Site Yaptır | Web Destek | Danışmanlık
Yazılım/Tasarım : ERSA
Copyright © 2013. İstanbul Haber Gazetesi - İstanbul'un Sesi
Ersa Tasarım
Copyright 2012 Site Oluştur | Bu Bir Er-Sa Markasıdır. Tasarım: Creating Website